Gelmek ne kelime, sel olup
çağlayacak. Geçen yılların birkaç katına çıkacak. 2017 yılının sonunda
rekorlarla karşılaşacağız.
Kusura bakmayın, böyle bir
soruya ancak böyle bir cevap olabilir.
Bu soru bu dönemin doğru
sorusu değil. Bu soruya verilecek hiçbir cevap amaca hizmet etmeyecektir. Bu
sorudan hareketle oluşturulacak hiçbir plan bizi doğru yola çıkarmaz.
Almanlar ile Türkler
arasında gittikçe derinleşen bir çatlak oluştu. 50 yıllık aşk hikayesinin iki
kahramanı şimdi birbirlerine aşk ve sevgi dışında her duyguyu büyütüyor.
Almanya
tarafından bakarsak;
Ortalama bir Alman
Türkiye’yi eskisi kadar sevmiyor.
Ortalama bir Alman
Türkiye’yi artık güvenli bulmuyor. Burası ilginçtir. 1990’ların azgın terör
ortamında bile zayıflamayan güven duygusu son birkaç yılda törpülendi ve
neredeyse bitti.
Ortalama bir Alman
Türkiye’deki sosyal ve siyasi gelişmelerden korkuyor. Onların gözünde Türkiye
artık hızla muhafazakarlaşan bir İslam Ülkesi.
Son bir haftada yaşananlar
da işin tuzu biberi oldu. Durum çok zor… Ortalama Alman vicdanında olumlu bir
noktada değiliz.
Marketing
ve satış odaklı iletişim yok!
Kırgın, küskün, şaşkın,
öfkeli, soğuk, mesafeli olan Alman’a ve özellikle de Almanlara satış yapan acentelere
gidip Türkiye’yi satmalarını isterseniz hata yaparsınız. Açık konuşmak
gerekirse, küfür edin, daha iyi.
İşi doğal akışına bırakın.
Bütün yaşananlara rağmen içindeki Türkiye aşkı nedeniyle tatile gelenlere çok
özel ve özenle davranmaya devam edin. Onları baş tacı edin. Önemseyin. Ama
onlara da asla siyaset konuşmayın. Almanya ile Türkiye denkleminde asla savunma
ya da suçlama yapmayın. Ters teper.
Bu dönemde yapılacak en
vahim hata mevcut sıkıntıyı görmezden gelmek ve hiç yokmuş gibi davranmak
olacaktır. Israrla satış ve pazarlama çağrısı yapmak karşı tarafın tepkisini
çeker. Bunu yapmayın. Öncelikle bir sorun olduğu gerçeğini kabul edin.
İlişkilerde
restorasyon zamanı
Almanya ile Türkiye
arasındaki ilişki bütün boyutları ile yeniden ele alınmalı, geçici, palyatif
çözümler bir tarafa bırakılmalı, yeniden inşa edilmelidir. İlk adım, iki
toplumu da kucaklayacak ve temsil yetki ve hakkı olan bir yapı oluşturmak
olmalıdır. İnsiyatif sahibi, girişken ve her iki taraftan da kabul görmüş bir
isim bu yapıda yer alabilecek olanları belirlemelidir. İlk aşamada birkaç öncü
belirlenebilir.
Bu yapının hayatın her
alanını kapsaması ve etkili olması isteniyor ise şöyle bir yapılanma
düşünülmelidir.
2 turizmci - 2 gazeteci- 2
spor insanı- 2 sinemacı ( tiyatrocu )- 2 akademisyen ( turizm ve halkla
ilişkiler )- 2 din adamı- 2 gençlik temsilcisi- 1 Türkiye’de yerleşik Alman- 1
Almanya’da yerleşik Türk- 2 iş adamı.
İki sayısını özellikle
seçtim. Birisi Alman ve diğeri Türk olacak elbette.
İsimler belirlendikten
sonra her iki ülkenin kamuoyu ile paylaşılmalı ve toplumlar bu konuda
hazırlanmalı. Medya, internet ve her türlü iletişim kanalları kullanılarak her
iki toplum bu isimlerin yerine getireceği misyon için zihin ve duygu anlamında
teşvik edilmeli.
İlk toplantının Antalya’da
yapılması doğru olacaktır. Toplantı beş yıldızlı bir otelde değil, sivil
toplumun sempatisini ve ilgisini çekecek bir mekanda yapılmalıdır. Örneğin
Antalya iş dünyasının temsilcisi ATSO salonları bu toplantı için ideal olur.
Otelde yapılacak bir toplantı dar kapsamlı olur, toplum ile bağ kuramaz.
Alışılmış toplantılara dönüşür. Kimselerin de haberi olmaz. Daha işin başında
başarısızlık riski ortaya çıkar.
İkinci toplantı Almanya’da
olmalı. Burada da yine sivil toplum devrede olmalı. Otellerin sınırlı etki ve
iletişim alanına kapanıp kalmak beklenen etkiyi yaratmaz. İki zirveden çıkacak
bir eylem planı ile gelecek 5 yıllık yol haritası ortaya çıkacaktır.
Her iki zirvede de yerel
ve ulusal medya, sosyal medya, sanat ve edebiyat camiasının bu fikrin yanında
olması sağlanmalıdır. Devir artık kısa vadeli ticari hesapların ötesine geçme
devridir. Bütün toplumları kucaklayacak bir iletişim projesi için geniş bir
bakış açısı şarttır.
Neler
yapılabilir?
Amaç, her iki toplumun
birbirlerini, bilinen ve bilinmeyen bütün yönleri ile yeniden tanımasını
sağlamaktır. Yeniden tanıma öncelikle iki tarafın ortak değerlerini, bakış
açılarını görmesine de yardımcı olacaktır. Bu süreç başladığında, her iki
toplum da birbirlerinin dünyasında keşfedecekleri ne kadar çok değer olduğunu
anlama fırsatı bulacaktır.
Her iki toplum da
diğerinin tarihini, geleneklerini, kültürünü, hassasiyetlerini, Dünyadaki
pozisyonunu, sanatını, sporunu, bu gününü ve yarına ilişkin beklentilerini
DOĞRU tanıyacaktır. 80 milyonluk bu iki
toplumun bu anlamda birbirlerinde bu güne kadar bilmedikleri ve görmedikleri
çok şey çıkacaktır ortaya.
Türkiye ile Almanya
arasındaki ilişkilerin son 50 yılı ilk konudur.
İşgücü göçü ve turizm hareketini kapsayan bir film çekilebilir. Film iki
farklı kurgu ile hazırlanmalıdır. Bir taraftan Türklerin Almanya’ya göçü diğer
taraftan Almanların Antalya’ya turistik gezilere başlaması vurgulanırsa harika
olur. Benim aklıma Türkiye’den Almanya’ya işgücü göçünü en iyi çekecek yönetmen
olarak Fatih Akın geliyor.
Filmin ismi bile hazır;
Yarım Asırlık Bir Aşk Hikayesi
Başka?
Her iki toplumun birbirini
en iyi tanıyacağı alanların başında festivaller, şenlikler, bayramlar gelir.
İki ülkede düzenlenen bu tür etkinliklere her iki taraftan insanların katılması
sağlanabilir. Örneğin Oktoberfest Almanya’da ve Türkiye’de birlikte kutlanır.
Her iki ülkede de bu etkinliğe en geniş katılımın olması ne güzel olur.
Türklerin ulusal ve dini
bayramlarına Almanların da katılması mükemmel bir fırsat olacaktır. Eğer
olabilirse, Dini bayramlarda Alman ailelerin ağırlanması birbirini tanıma
sürecini hızlandırır. Her iki ülkede de bu katılım sağlanabilir.
Almanları yüreklerinden
yakalayacak sosyal sorumluluk projelerini hayata geçirmeliyiz. Her iki ülkenin
engellilerine, çocuklarına dönük sosyal sorumluluk projeleri iki tarafın
aklındaki ve kalbindeki bariyerleri kaldırır. Projeler ortak ekipler tarafından
hazırlanmalıdır.
Sosyal hayatın her
alanında yarışmalar ilişkilere renk ve heyecan katar. Film, karikatür, şiir,
roman, dans, güzellik, bilgi vb her alanda yarışmalar olabilir. Sıkmadan,
zamana yayılmış bu tür yarışmalar iki tarafta da bir sempati dalgası
yaratacaktır.
Almanların kalbine
dokunacak projeler üretilebilecek bir diğer alan çevre ve hayvan haklarıdır.
Bir otelin minik bir kedi evi yapması ve bunu hakkını vererek değerlendirmesi
bile ortalama bir Alman’ın kalbinde fırtınalar oluşturur. Kedi evlerini
yaygınlaştırabiliriz. Otellerde ve sektörün genelinde, hayvanlar üzerinden
kurgulanan bütün eğlence programlarını, parkları kaldırmak muhteşem bir etki
yapacaktır.
Alman çevre konusunda çok
hassastır. Bu konuda yaratılacak projeler ortalama bir Alman’ın Türkiye ile
ilgili duygu ve düşüncelerini çok olumlu etkileyecektir. Bu projeler
hazırlanmalı ve iyi bir iletişim politikası ile duyurulmalıdır.
Ortak spor turnuvaları da
çok ses getirir. Almanlar için spor sadece futboldan ibaret değildir. Özellikle
hentbol çok ilgi gören bir spordur. Her iki toplumun karşılıklı olarak amatör
sporlara destek vermesi sağlanmalıdır. Almanların Türkiye’de ve Türklerin
Almanya’da hentbol, voleybol, basketbol, kürek gibi sporlarda kulüplere sponsor
olmasının olumlu etkilerini hayal bile edemezsiniz.
Önerilerimiz bunlar.
Gerisini oluşturulacak
olan ortak ekibe bırakalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder